Türkiye’nin siyasi ajandasında yeteri kadar yer bulamasa da geçmişten bu yana süregelen bir yoksulluk sorunu olduğu aşikar. TÜİK’in 2022 yılı istatistikleri göreli yoksulluk oranının %14,4 olduğunu söylüyor. TÜİK’in gelir dağılımı rakamları da toplumsal tabakalar arasındaki kemikleşmiş uçurumu gözler önüne seriyor. Gazete haberlerine kısaca göz atmak bile yaşanan yoksulluğun bazı kesimler açısından bir insani drama dönüştüğünün işaretini veriyor. Eriyen orta sınıf ve yaygınlaşan yoksulluğu yeni bir toplumsal krizin işaretleri olarak görmek olanaklı. Buna karşın başta iktidar partisi olmak üzere siyasi yapıların yoksulluğu konuşmamak konusunda hem fikir olduğunu söylemek olanaklı. Yoksulluk, kabul edilmiş bir çaresizlik olarak önümüzde duruyor. Bu çaresizliği besleyen önemli faktörlerden birisi de siyasi yelpazenin sağındaki ve solundaki siyasi aktörlerin neredeyse tamamının daha önce çok kez denenmiş piyasa merkezli çözüm önerilerinin dışında alternatif bir politika önermemeleri. Bu çözümsüzlük hali yoksulluğun bir kader olarak algılanmasını da beraberinde getiriyor. Dahası Türkiye’de geleneksel yoksul grupların yanına yeni toplumsal gruplar da ekleniyor. Beyaz yakalıların yoksulluğu artık ana gündemlerden birisi.
Heybemizin önceki sayılarında olduğu gibi bu sayıda da yoksulluğu farklı boyutlarıyla tartışmak istiyoruz. Yaşadığımız toplumsal dönüşümün sonuçlarından birisi de artan yoksulluk. Gelinen noktada yoksulluk belirli toplumsal gruplar özelinde tartışılacak bir konu olmaktan çoktan çıktı ve toplumsal ve hatta küresel barışı tehdit eder bir noktaya geldi. Bu sayıda yoksulluğun sosyo-politik ve ekonomik dinamiklerini tartışmanın yanı sıra yoksulluğun yarattığı çaresizliği toplumsal gruplar odağında tartışmayı amaçlıyoruz.
Bu bağlamıyla 7. Sayının İçeriği şu şekildedir: